30 Ekim 2016 Pazar

YAŞRU - LIVE IN ISTANBUL 02-10-2016


Yaşru, uzun zamandır özlemle beklediğim türden bir Türk Heavy Metal albümü olmalı zira CD'yi satın aldığım günden bu yana yaklaşık iki ay geçti ve dinlemekten erimek üzere. Grubun beyni Berk Öner, öylesine akıllıca ve üzerinde düşünülmüş bir konsept ile müzik sevenlerin karşısına çıkmış ki, bu güçlü adım karşısında saygı ile eğilmek ve o büyüleyici melodilerin tadını çıkartmaktan başka bir şey kalmamış bizlere. Yaşru'nun üçüncü albümü olan Börübay, aynı zamanda ilk resmi yayını olduğundan şüphesiz daha geniş kitlelere ulaşma fırsatı buldu. Bu şekilde benim müzik setime kadar ulaşan albümü ilk dinlemeye başladığımda, Asya'nın geniş steplerinden gelen sıcak rüzgarlar sardı bedenimi. 552 AD (Börü) ismini taşıyan ve ecnebilerin intro ismini verdikleri açılış melodisi, albümü her nerede dinliyorsanız, oradan alıp götürüyor sizi uzaklara. Öylesine etkileyici bir giriş ki, zaten albüm baştan puanları ve altın yıldızları hanesine yazdırıyor. Peşinden albüme ismini veren Börübay başlıyor tüm haşmetiyle. Dinlerken Börübay ile beraber ıssız steplerde at sürdüğünüzü ve onun silah arkadaşı olduğunuzu hayal edemiyorsanız, emin olun bu şarkının eksikliği değil sizin hayal gücünüzün sınırlanmış olmasından kaynaklıdır. Peşinden bir selam duruşu ile saygımızı gösteriyoruz atalara ve sürpriz bir şekilde tanıdık melodiler takip ediyor atalara olan saygı duruşunu. Barış Manço'nun, o kadim güzel adamın şarkısı Nazar Eyle sahne alıyor. Bu albüm için özel seçilmiş olan şarkı, Avrupa arenasını sallayacak müthiş bir futbolcu transferi adeta. Tam bir nokta atış. Şimdi şampiyon olma zamanı diyor Börübay ama Nazar Eyle şarkısı olmasaydı bile zaten büyük farkla şampiyon olacaktı albüm. Neye uğradığımızı şaşırmış vaziyette gollerin tadını çıkartırken Rüzgarın Yırları giriyor birden. Albümün hit parçası olduğunu söylemeye gerek yok. Dinleyenler zaten notu vermişlerdir. Nitekim öyle olduğunu az sonra bahsedeceğimiz konser kaydında da onaylıyor izleyiciler. Peşinden daha derinlere iniyoruz. Kadim topraklara, Kazakistan'a yol alıyoruz. Asylbek Ensepov'un şarkısı Hafis ile sürüyor müzik rüyası. Albüm kapanışı tempoyu düşürerek yapacak diye bekliyoruz ama yanılıyoruz. Yaşru şarkısı ile tekrar adrenalin akıyor bünyemize ve ne olduğunu anlayamadan albüm bitiyor. Yazarken bile dinliyor iken olduğu kadar keyif aldım doğrusu. Peki yukarıdaki kasetin olayı nedir? Şimdi ona biraz göz atalım. 

Efendim Yaşru üçüncü albümü ile bizi büyüledi ve albüm tanıtım konserinin haberi yayınlandığında tüm ajandamızı alt üst edip programlarımızı bu etkinliğe göre yaptık zira kaçırılmaması gereken bir gösteri olacaktı. Ben bir albümü sevdiğim zaman tutkuyla bağlanıyorum. Bu da onlardan birisi. Konser güzel olacak ya, bir daha izlemez isem nasıl yaşarım? O zaman kaydedeceğiz konseri ki evde ayağımızı uzatıp bir kez daha izleyelim öyle değil mi? Öyle tabi ki. Meslek adına şantiyelerde fotoğraf çekeriz diye aldığımız profesyonel fotoğraf makinesi, akıllı telefonlar çıkınca ilk başta belirlediğimiz görevinden düştü ve kaldı bir köşede. İşte dedim nihayet bir amaca hizmet edecek bu güzel makine. Doldurdum şarjını düştüm yollara. Pazar günleri kolay kolay sokağa çıkmam ama bu konser için elimde fotoğraf makinesi turist gibi atmıştım kendimi vapura. Kadim İstanbul'u izleyerek geçen yolculuk sonrası vardım konser mekanına. Önce Berk'i yakaladım ve tebrik ettim albüm için. Sonra en güzel yere kuruldum malum konseri kaydedip adam gibi elli defa izleyecektim evde. Adamlar sahne aldığında pür dikkat başladım kayda. Albümün tamamını ve diğer iki albümden birer şarkıyı çaldılar. Ayrıca bir de ritüel improvizyon 'Siğz Turkleğr nası diyoğr' ayinsel betimleme gibi bir şarkı çaldılar ki, ağzım açık izledim. Kameranın titrememesi için öyle çaba göstermişim ki elim uyuşmuştu ama hepsini kaydettim. Gece eve geldiğimde bir şarkı izleyeyim dedim ama hepsini bir kez daha izleyerek uykumdan çaldım. Sabah şüphesiz ağlayarak kalkıp işe gidecektim ama değmişti. Sonra kaset yayınlayacak bir distro kurma fikri ile heyecanlandığımda aklıma geldi. Neden konserin de kasetini yapmıyordum ki? Doksanlı yıllardan kalma bir havada şöyle el ile numaralandırılmış nadir bir kaset koleksiyonlarımızda fena mı olurdu. Fikri Berk ile paylaştım ve izin istedim ama o daha evet demeden kaset kapağını çoktan hazırlamıştım. Böyle de heyecanlıyım maalesef. Yapacak bir şey yok. Şimdi o kasetler tek, tek çoğaltıldı ve özel koleksiyonlardaki yerlerini almaya başladılar. Grubun tanıtımına bir nebze katkım olduysa ne mutlu bana. Kaset için çalışırken ve o kapakları tek, tek katlayıp kutulara dizerken aldığım keyif bana fazlasıyla yetti. Konseri çoğaltırken onlarca defa dinlemenin keyfini saymıyorum bile. Müzik olmasaydı ne yapardık biz? 

1 yorum: